LEMKİN ENSTİTÜSÜ’NÜN YIKICI TUTUMUNA YENİ BİR ÖRNEK
Yorum No : 2025 / 113
30.12.2025
4 dk okuma

28 Aralık 2025’te Lemkin Enstitüsü, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin baskı altına alınmasına ilişkin bir açıklama yayınlamıştır.[1] Enstitü’nün Ermeni Apostolik Kilisesi’ne yönelik devlet politikasını eleştiren açıklama, ilk bakışta din özgürlüğü ve demokratik gerileme gibi kavramlara odaklanıyor gibi görünse de, metin incelendiğinde ciddi tarihi ve siyasi yanılsamalar olduğu görünmektedir.. Metin, hukuki tartışmaları bilinçli biçimde kimliksel ve kültürel travmalarla iç içe geçirerek, güncel bir iç siyasi krizi neredeyse “soykırıma giden yol” olarak çerçevelemekte; bu da hem kavramsal hem de ahlaki açıdan son derece problemli bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.

Ermenistan’daki hükümet–kilise gerilimi, hukukun üstünlüğü ve devlet ile dini otoriteler arasındaki dengelerin korunması bağlamında ele alınması gereken, temel bir ilke sorunu olarak değerlendirilebilir. Ancak Lemkin Enstitüsü bu tartışmayı, devletin kilise içi yolsuzluk, siyasi müdahale, anayasal düzeni tehdit vb. iddialarını ciddiyetle ele almak yerine, “kimlik silme” ve “baskıcı devlet” çerçevesinden ele almaktadır. Ne var ki demokratik rejimlerde dinî kurumlar, tarihsel rollerinden bağımsız olarak hukukun üstünde değildir. Her ne kadar bu durum Lemkin Enstitüsü’nün bilimsellikten uzak ve taraflı tutumunun yineleyen göstergesi olsa da bir din adamının soruşturulması, “inanç özgürlüğüne saldırı” ya da “kültürel soykırım emaresi” olarak sunulamaz.

Bu noktada, Ermeni iddialarının yayılmasında önde gelen diğer bir kuruluş olan Zoryan Enstitüsü Başkanı  K. M. Greg Sarkissian’ın yaklaşımı konuyu daha gerçekçi bir zemine taşımaktadır. Sarkissian’ın da vurguladığı gibi, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin tarihsel olarak devlet yokluğunda üstlendiği rol, modern egemenlik anlayışı içinde kilisenin devletle eşdeğer veya paralel bir otorite alanı talep edebileceği anlamına gelmez. Egemenlik, tekil ve bölünemezdir; aynı toprak parçası üzerinde iki ayrı nihai karar merciinin varlığı, kaçınılmaz olarak krize neden olur.[2]

Devletler ve dini otoriteler arasındaki dengenin sağlanması, bildiride iddia edildiği gibi Ermeni kimliğini zayıflatmaya yönelik bir saldırı değil; aksine hem devletin meşruiyetini hem de kilisenin ruhani otoritesini koruyan temel bir yaklaşımdır. Üzerinde durulması gereken nokta, kilisenin tarihsel önemini inkâr etmek değil; bu önemi modern devlet düzeni içinde doğru konumlandırmaktır. Ermenistan’ın uzun vadeli istikrarı ve egemenliği, kilisenin konumu ile anayasal devlet ilkelerinin birbirine karşıt değil, birbirini tamamlayan unsurlar olarak ele alınmasına bağlıdır.

Metinde dikkat çekem bir diğer konu ise, Sevk ve İskân Kanunu ile Ermenistan’ın güncel iç siyasetini doğrudan ilişkilendirmesidir. Sevk ve İskân Kanunu’nun, bugün Ermenistan’daki seçilmiş bir hükümetin kilise ile yaşadığı güç mücadelesiyle benzerlik kurulacak biçimde kullanılması, insanlığa karşı işlenmiş suçların en büyüğü olarak kabul edilen soykırım kavramını aşındıran ve araç haline getiren bir yaklaşımdır. Zira soykırım kavramı, bir devleti ya da siyasi iktidarı eleştirmek için başvurulabilecek basit bir araç değildir. Bu tür benzetmeler, kavramın hukuki ağırlığını zayıflatırken, aynı zamanda her türlü iç siyasi anlaşmazlığı “varoluşsal tehdit” merkezine çekerek toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir.

Bildiride, Ermenistan hükümetinin uygulamalarının, doğrudan ya da dolaylı biçimde Türkiye ve Azerbaycan’ın stratejik hedeflerine hizmet ettiği iddia edilmektedir. Bu yaklaşım, her iç gelişmeyi dış komplolara bağlayan klasik bir milliyetçi refleksi yansıtmaktadır. Oysa bir devletin komşularıyla normalleşme arayışı, milli kimlikten vazgeçmek anlamına gelmez. Bu tür iddialar, barış süreçlerini zayıflatan ve çatışmayı sürekli kılan bir düşüncenin ürünüdür.

Sonuç olarak, söz konusu bildiri oluşturulmuş toplumsal travmaları ve kimlik söylemlerini Ermenistan’ın iç siyaseti ile ilgili meselelerin üzerine yerleştirerek, konuyu dramatize eden ve taraflı bir bakış açısı sunan bir yaklaşım sergilemektedir. Enstitü hukuki çerçevede ele alınması gereken kilise-devlet gerilimini, “kimlik silme” ve “baskıcı devlet” söylemleri üzerinden yorumlayarak hem kavramsal hem de ahlaki açıdan sorunlu bir perspektif ortaya koymaktadır. Bu tür değerlendirmeler soykırım kavramını da istismar etmekte ve aşındırmaktadır. Bu nedenle, Lemkin Enstitüsü’nün bu yaklaşımı da önceki pek çok yaklaşımı gibi olayları tarafsızca analiz etmekten çok ideolojik bir çerçeveye oturtmakta ve kamuoyunu yanıltıcı bir şekilde yönlendirmektedir.

 

*Resim: Lemkin Institute

 


[1] "Statement on the Suppression of the Armenian Apostolic Church: Historical Continuities of Identity Erasure within Victim Groups",  Lemkin Institute, 28 December 2025, https://www.lemkininstitute.com/statements-new-page/statement-on-the-suppression-of-the-armenian-apostolic-church%3A-historical-continuities-of-identity-erasure-within-victim-groups.

[2] “Statehood, Authority, and the role of the Church in a Sovereign Armenia”, ArmenPress, 23 December 2025, https://armenpress.am/en/article/1238273.


© 2009-2025 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.