TÜRK-ERMENİ İHTİLAFI: KİMİN SAKLAYACAK BİR ŞEYLERİ VAR?
Yorum No : 2014 / 83
17.11.2014
12 dk okuma

Maxime GAUIN*

Daily Sabah, 14,10.2014

 

Perinçek-İsviçre davası ve 1915’in 100. yıldönümü çerçevesinde Türkiye’ye bir kez daha “tarihle yüzleşmesi” konusunda çağrı yapılacaktır. Ancak, kim günümüz tarihinin ilgili arşivlerde özgürce araştırma yapıldıktan sonra yazılması gerektiği gerçeğine karşı çıkabilir? (1938 öncesi) Osmanlı ve Türk arşivleri 1989’den beri açık durumdadır ve bu arşivlere erişim kolaylığı son 15 senede epey artmıştır. Ara Sarafian, Hilmar Kaiser, Garabet Moumdjian ve Taner Akçam dâhil “Ermeni soykırımı” destekçileri Osmanlı arşivlerinde 1991’den beri araştırma yapmaktadır.

 

Buna karşın, milliyetçi Ermeni anlatısını onaylamayan ve Ermenistan Milli Arşivleri’nde çalışma yapmaya denemiş tek araştırmacı olan Yektan Türkyılmaz, gerekçe gösterilmeden tutuklanmış ve neticede sınır dışı edilmiştir. İtalya’daki Chieti Üniversitesi’nde bir tarih profesörü olan Stefano Trinchese, yaklaşık 10 sene önce Amerika’da Boston’un bir dış mahallesi olan Watertown’daki Ermeni Devrimci Federasyonu (EDF, Taşnaklar) arşivlerine bir mektup yazmıştı. Trinchese’nin arşivdeki belgelere erişim talebi cevapsız bırakılmıştı. Bugüne kadar da bu tutumda bir değişiklik olmamıştır. Ben de Ağustos ayında çeşitli arşivlerde araştırma yapmak için Amerika’daydım. EDF Arşivleri Enstitüsü başkanına Boston’a gelmemden üç hafta önce bir e-posta göndermiştim – ancak kendisi bu e-postama cevap vermedi. Bunun üzerine e-postayı tekrar gönderdim, ancak yine bir sonuç alamadım. EDF ile bağlantıları olan Ermeni asıllı Amerikalı tarihçi Dickran Kaligian’a iki kere yazdım, ancak kendisi bana cevap vermedi. Nihayet enstitüyü telefonla aradım, ancak cevap veren olmadı. Bu şaşırtıcı bir şey değildir, zira EDF Arşivleri Enstitüsü’nün resmi internet sitesine bakacak olursanız, araştırmacılar için arşivlerin açık olduğu günler ve saatler gibi hiçbir bilgi verilmediğini görmüş olursunuz. Bu, Ermeni arşivleriyle ilgili olarak edindiğim tek olumsuz tecrübe değildir. EDF ile bağlantısı olmayan Paris’teki Nubarian Kütüphanesi’nde iki kez araştırmaya yapmayı denedim, ancak ilk seferinde kütüphane müdürü benim orada olacağım sıralarda Fransa dışında olacağını söylemişti, ikinci seferde ise kendisi e-postalarıma cevap bile vermedi. Tüm bu anlattıklarım bir araya getirildiğinde Ermeni arşivleri hakkında zaten bir takım çıkarımlar yapılabilecektir.

 

Bu anlattıklarımdan daha da çarpıcı olanı ise - Ara Sarafian’ın fark etmiş olduğu gibi - Ermeni belgelerine erişmeye çalışırken kapalı kapılarla karşılaşanların sadece “Ermeni soykırımı” iddialarına karşı çıkan araştırmacıların olmamasıdır. Amerika’daki Zoryan Enstitüsü’nün toplamış olduğu kişisel yazışma belgeleri ve Kudüs Ermeni Patrikhanesi arşivleri sadece sayıca çok az olan “partizan” yazarlara açıktır ve böylece bu yazarlar kendilerine karşı çıkılma riskine girmeden istedikleri şeyleri bu belgelerle onaylayabilmektedir. Kısacası, bu şahıslar kendi arşivlerini saklarken “gerçekleri” savundukları yönünde ciddi bir iddiada bulunabilirler mi?

 

Ermeni arşivlerinin kapalı olmasının ardındaki nedenleri ortaya çıkarmak zor değildir. Bu nedenlerden bazıları burada açıklanacaktır. Jön Türkler destekçisi olduğu pek söylenemeyecek olan Michael Reynolds gibi tarihçiler sayesinde, Rus subayların henüz 1914’ün sonbaharında bile Ermeni gönüllülerin işledikleri savaş suçlarından endişe duymuş oldukları yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Ancak bundan daha da az bilineni ise 1918-1920 arası Fransız subaylarının benzer yönde edindiği endişedir. Temmuz 1920’de Adana’dan toplu olarak kaçan Müslüman nüfusa karşı planlı bir katliam gerçekleştirildi. Tüm hayatı boyunca Ermenilerin dostu olmuş Albay Édouard Brémond, bu krize bir son vermek için katliamı gerçekleştiren Ermeni faillerin yargılanmadan sistemik bir şekilde asılması emrini verdi. Buna ilaveten, Adana’ya yakın bir köyün tamamını katleden Ermeniler ve Süryaniler yargılandı. Yargılananların hepsi Fransız askeri mahkemesi tarafından mahkûm edildi. Yargılananların beşi idama, dördü ise ömür boyu ağır hapis cezasına mahkûm oldu. Ermenilerin sergilediği vahşettin en vahim yönlerini zaptedebilmek bir ayı aldı, sükûneti tekrar sağlayabilmek ise iki aydan uzun sürdü. Ortamın yatışması ve Müslümanların Adana’ya dönüşü sonrasında, Adana’nın emniyet müdürü Tommy Martin dikkatli bir şekilde yürütülmüş olan bir soruşturma sonrasında, 1920 yazında gerçekleşen Müslümanlara yönelik katliama yol açan ayaklanmanın tartışmasız bir biçimde etnik temizlik ve bir Kilikya Ermenistan’ı şekillendirmek isteyen Ermeni milliyetçiler – özellikle de Sosyal Demoktrat Hınçak Partisi – tarafından planlandığı ve gerçekleştirildiği sonucuna vardı. Bunun bir sonucu olarak bir takım Ermeni liderler ve provokatörler Kilikya’daki Fransız idaresi tarafından defedildiler. 1916’da Fransız hükümeti ve Ermeni milliyetçiler arasında yapılan bir anlaşmayla kurulan Ermeni Lejyonu - Fransız hükümetinin kendi sözleriyle - nükseden “kötü ruhu” sebebiyle 1920 yazında lağvedildi.

 

Bu anlatılanlar istisnai olaylar değildi. Fransız donanması istihbaratının gözlemlediği gibi, 1920’nin ilkbaharında ve yazında üçlü bir hareket vardı: batıda bir Yunan hücumu, güneyde Ermeni saldırıları ve Kafkasya’daki diğer Ermeni saldırıları. Bu anlatılanlar; Azerilerin topraklarından atılması ve katliama maruz kalmasına yol açan Kafkasya’daki saldırıların başında - daha önceden Nisan 1920’de terörizm komplosu kurduğu gerekçesiyle Adana’daki Fransız askeri mahkemesi tarafından gıyabında 10 sene ağır hapis ve 20 sene sürgüne mahkûm edilen - Başpiskopos Moushegh Seropian olmuş olmasından dolayı desteklenmektedir. Buna paralel olarak Tiflis’teki Fransız yüksek temsilcisi Damien de Martel, Haziran 1920’de 36.000 “Tatarın” (Azerinin) Erivan’ın güney bölgesinden atıldığını ve kadın ve çocuk dâhil 4.000 kişinin öldürüldüğünü yazmıştır. Damien de Martel diplomatik bir dille şu sonuca varmıştır: “Bu detayları rapor etmeyi gereksiz olarak görmüyorum, çünkü bu detaylar her zaman ‘aynı kişiler katliama uğruyor’un geçerli olmadığını göstermektedir.” Bazı siyasetçiler bu “gereksiz olmayan” sözleri hatırlamalı, ya da daha ziyade öğrenmelidir.

 

Bu sözler çok iyi hatırlanmalıdır, zira Kafkasya’da Azerilere karşı etnik temizlik gerçekleştiren iki fail; Dro olarak da bilinen ve daha sonra Nazi ordusunda subaylık yapmış olan Drastamat Kanayan ve Mihver güçleri ve Sovyetlerle işbirliği yapmış olan Garegin Nzhdeh’di. Ermeni Devrimci Federasyonu ile Nazi Almanyası arasındaki ittifakı önemsizleştiren Ermeni müdafiler fırsatçıdan başka bir şey değildir. Bu şahısların iddialarının aksine bahsi geçen ittifak önemsiz değildi. Hitler’in hiç tanınmayan bir siyasetçi olduğu 1922 civarlarında bile EDF “Aryan ırkı” fikrine tamamen kafayı takmış durumdaydı. 1920’lerde EDF, Xoybun organizasyonu içindeki milliyetçi Kürtlerle ve de İran’la beraber “Aryan kardeşliği” adına bir “Aryan konfederasyonu” kurmayı denemişti – bununla ilgili bilgi için Jordi Tejel Gorgas’ın 1925’den 1946’ya kadarki Kürt milliyetçiliğiyle ilgili çalışmalarına bakınız. Benzer zamanda, 1928’de EDF, ideologları zamanla Mussolini’nin faşizmi ile EDF doktrinleri arasındaki benzerliği kabul eden Faşist İtalya ile olan yakınlaşmasını başlattı. Bu yakınlaşma o kadar ileri gitti ki EDF, İtalya’nın 1936’daki Etiyopya işgali için gönüllü toplamayı ve Milletler Cemiyeti tarafından dayatılan ekonomik yaptırımların etkisini azaltmanın yollarını aramayı önerdi. Bu yakınlaşmayla ilgili olarak Beatrice Penati ve G. Mamoulia’nın aydınlatıcı yayınlarını okuyunuz. Açıkça görülüyor ki, Ermeni milliyetçileri için Hitler faşizm ile “Aryan kardeşliğinin” kusursuz bir birleşimiydi.  Aynı zamanda EDF’nin 1930’larda yayınlanan resmi gazetelerindeki - özellikle de Hairenik ve Haftalık Amerika Hairenik – bir takım başyazıların on seneler boyunca - sadece sözde kalmayan - aşırı derecede kin dolu bir Yahudi karşıtlığı ifade ettiği not edilmelidir. Örnek vermek gerekirse, tarihçi Justin McCarthy’nin gözlemlemiş olduğu gibi, Van’daki Yahudi topluluğu Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus ordusundaki Ermeniler tarafından tamamen yok edilmiştir.

 

Nzhdeh, Nazi Almanyası’nın yenilgisinden sonra Sovyetler tarafından tutuklandı ve 1955’te hapishanede öldü. Ancak Dro kaçtı ve neticede Amerika’ya gitti. CIA, 2007 yılında Nazi ve Japon savaş suçluları arşiv serisinde yer alan Dro ile ilgili belgelerin bir kısmını yayımladı. Virginia, College Park’taki Ulusal Arşivler’de tutulan bu dosyayı okudum, fotoğraflarını çektim ve böylece de bir takım ilginç bilgiler keşfettim. Bunlardan en önemlisi, Dro’nun yakalanması için ciddi bir Sovyet çabası olduğuydu. Almanya’daki Sovyet İşgal Bölgesi askeri valisi Mareşal Georgy Zhukov, Amerikalılardan Dro’nun kellesini istemişti. Peki, o zaman Dro nasıl kaçtı? CIA belgeleri Dro’nun henüz 1945’te bile Amerikan askeri istihbarat servisi için bir ajan olduğunu ve CIA kurulduktan sonra 1956’daki ölümüne kadar orada çalıştığını göstermektedir. Dro ve Nzhdeh ideolojik sebeplerden dolayı etnik temizlik failleri ve Nazi savaş suçluları olmalarına rağmen ve Dro kendi hayatını kurtarmak için bir CIA ajanı olmasına rağmen; bu iki isme hem Ermenistan hem de Ermeni diasporası saygı duymaktadır. Bu sebeple, EDF’nin kendileri hakkındaki arşivleri neden açmak istemediği konusunda tahmin yürütmek zor değildir. Ben çoğu Türk’ün gerçeklerden korktuğunu düşünmüyorum. Onların aslında isteği tüm gerçeklerin dürüst ve bilimsel bir şekilde incelenmesidir.

 

* Tarih Yüksek Lisansı, Paris-Sorbonne Üniversitesi

 

** Bu makale AVİM uzmanı Mehmet Oğuzhan Tulun tarafından çevrilmiştir. Makalenin orijinali Daily Sabah’ta yayınlanmıştır: http://www.dailysabah.com/opinion/2014/10/14/the-turkisharmenian-dispute-who-has-something-to-hide


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten