BALKANLAR'DA SOYKIRIM KAVRAMININ HUKUKİ TANIMININ VE İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ İÇİN YAPILAN YERSİZ VE YOZLAŞTIRICI GİRİŞİMLER

Yazar : Teoman Ertuğrul Tulun
Tarih : 2022
Dil : Türkçe
DOI : 10.31219/osf.io/j3uy4

PDF İndir

Soykırım kavramını Yahudi kökenli Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin 1944 yılında kullanmıştır. Lemkin’in soykırım kavramını kullandığı dönem, II. Dünya Savaşına rastlamaktadır. En önemli çalışması olan “Axis Rule in Occupied Europe (İşgal Altındaki Avrupa’da Mihver Güçlerinin Yönetimi)” isimli kitabını 1942 yılında yazmaya başlamıştır. Çalışmasını, Nazi Almanya’sı ile diğer Mihver Kuvvetlerinin, özellikle Polonya ve Sovyetler Birliği’ndeki, işgal politikalarına göre şekillendirmiştir. Lemkin’in temel görüşü, söz konusu işgal kurallarının Almanların Avrupa’yı ırksal hatlarla yeniden düzenlemeyi amaç edindikleri ve bu yeniden düzenleme girişiminin toplu katliamlara ve başka kültürlerin sindirilmelerine sebep olduğu yönündedir. Lemkin, başlangıçta “Axis Rule in Occupied Europe” çalışmasında yer verdiği soykırıma dair önerilerini sonradan değiştirmiş; yeni kurulan Birleşmiş Milletler’in önderliğinde soykırımı önlemek üzere bir sözleşmenin kaleme alınmasını ve bu sözleşmenin Birleşmiş Milletler mekanizması aracılığıyla uygulamaya konulmasını savunmuştur. Nihai ateşkesten bir yıl sonra 11 Aralık 1946’da BM Genel Kurulu’nda, oybirliğiyle “Soykırım suçunun cezalandırılmasının uluslararası bir endişe meselesi” olduğuna dair bir karar kabul edilmiştir. Bunu takip eden dönemde, BM Genel Kurulu’nda Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (Soykırım Sözleşmesi) 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilmiştir. Soykırım Sözleşmesi’ne göre, soykırım hem savaş zamanında hem de barış zamanında işlenebilecek bir suçtur. Lemkin'in gündeme getirdiği ve uluslararası suç olarak kabul edilmesini sağlamaya çalıştığı soykırım kavramı, hukuken bağlayıcılığı olan Soykırım Sözleşmesi'nin kabul edilmesiyle tamamen hukuki bir zemine oturtulmuştur. Soykırım Sözleşmesi aşındırılmamalı ve mutlak bir hukuki tanımı bulunan soykırım terimi gelişigüzel bir şekilde kullanılmamalıdır. Son dönemde, özellikle Balkanlarda, Soykırım Sözleşmesi’ni aşındıracak nitelikte açıklamalar yapılmıştır. Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanoviç’in Srebrenitsa Soykırımı’nın önemini azaltmaya yönelik açıklamaları bu hususta örnek teşkil etmektedir. Ahiren Hırvatistan’ın Vis adasının Komija şehrinde basına açıklama yaparken Milanoviç, Srebrenitsa’yı bir soykırım olarak değerlendirip değerlendirmediğine dair soruya şu yanıtı vermiştir: “Evet diyorum, ancak bu durumda bazı daha ağır suçlar için başka bir isim yaratmamız gerekecektir. Başka insanların fedakârlıklarına saygı duyuyorum, fakat her şey aynı değildir. Eğer her şey, soykırım niteliğinde ise, Nazilerin ve Alman mekanizmasının II. Dünya Savaşı’nda Yahudilere karşı gerçekleştirdikleri için başka bir terim bulmamız gerekecektir. Bu Holokost’tur, fakat ayrıca soykırımdır. Her kurban aynı değildir, görecelilik söz konusudur.” Bazı AB ülkelerinin yakın geçmişte Balkanlar konusunda revizyonist görüşler ve öneriler gündeme getirdikleri dikkate alınırsa, Milanoviç’in “parlak” fikirler yaratma hususunda çoğunluğu takip etme ihtimalini görmezden gelemeyiz. Bu bağlamda, Slovenya’nın AB dönem başkanlığında, Slovenya Başbakanı’nın Bosna-Hersek’i bölme ve Hırvatistan, Sırbistan, Arnavutluk ve Kosova’nın sınırlarını yeniden çizme planını hatırlamak yeterli olacaktır. Milanoviç’in bu husustaki açıklamaları, soykırım suçunun güncel hukuki zeminini ve çerçevesini ciddi ölçüde tartışmaya açması bakımından da kayda değerdir.  

Söz konusu açıklamaların, kaçınılmaz bir şekilde hem Balkanlarda hem de uluslararası alanda yankıları olacaktır. Soykırım teriminin sığ siyasi çıkarlar uğruna kötüye kullanılmasının, BM Şartı’nda yer alan, uluslararası barışın, güvenliğin ve istikrarın sürdürülmesine dair temel ilkelere mutlak bir zarar vereceği belirtilmelidir. Balkanlar açısından, yukarıda bahsedildiği üzere, yakın zamanda revizyonist söylemlerin, NATO ve AB üyeleri olan Slovenya ve Hırvatistan gibi ülkelerden gelmekte olması dikkate değerdir. Bu ülkelerin, Balkanlarda güvenliğin ve istikrarın güçlendirilmesinde bir rol oynamak yerine, güvenliği ve istikrarı sekteye uğratan bir rol üstlenmeleri hayal kırıklığı yaratmaktadır. Etkili uluslararası ve devletler üstü kuruluşlara üye bu ülkelerden, doğal olarak, Balkanlarda güvenliğin ve istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi hususunda çok daha dikkatli olmaları beklenmektedir. Bölgede bir yangın tehlikesi mevcut ise, bölgeye yanıcı maddeler atmak yerine, yangın tehlikesini önlemeye çalışmak gerekmektedir. AVİM olarak, bunun tersi nitelikteki söylem ve politikaların NATO ve AB nezdinde kabul edilmeyeceği ümit edilmektedir.